Belirlenimcilik Nedir?
Her olgunun bir nedene bağlı olduğunu, aynı nedenlerin aynı sonuçları doğurduğunu ileri süren ilke, determinizm. Belirlenimcilik buna göre olguların temelinde değişmez bir düzenin varolduğu fikrine dayanır. Bu düzen elbette olgular arasındaki ilişkileri hiçbir boşluk bırakmayacak biçimde, hiçbir rastlantıya yer vermeyecek biçimde belirleyen bir düzen olmalıdır. Doğa olaylarının gözlemlenmesi, bu fikri doğrular gibidir: Su belli koşullarda yüz derecede kaynar, elden bırakılan herhangi bir nesne yere düşer vb. Bilimsel buluşların kesinliği, bir başka deyişle bilimsel çalışmalarla bazı şaşmaz yasaların ortaya konuluşu, belirlenimci düşünceye gerekçeler sağlar. Belirlenimci görüş olgular arasında şaşmaz ilkelerin varlığını benimserken, bu şaşmazlığın ya doğadan geldiğini ya da insan zihninin yapısına bağlı olduğunu bildirecektir. Gerçekçi bakış açısının belirlenimcilik kavrayışı, ülkücü bakış açısınınkinden elbette değişik olacaktır. Ne olursa olsun, belirlenimci bakış açısı söz konusu şaşmazlığı daha çok doğal temele, evrensel düzenin özelliklerine bağlamak eğilimindedir. Belirlenimciliğin kökleri felsefe tarihinin derinliklerine, Platon'a, Aristoteles'e, hatta daha öncesine uzanır. Stoacı Marcus Aurelius'da belirlenimci düşüncenin az çok kesin bir biçimde formüllendiğini görürüz: Düşünür, kendinden önceki nedene dayanan her olayı bu nedene zincirleme bağlı kabul eder. Yeniçağ'la birlikte başlayan mekanikçi düşünce belirlenimciliğe çokça bel bağlamıştır, mekanik ilişkilerin kesinliği evrende her zaman şaşmaz bir düzenin varolduğunu düşündürmüştür. Belirlenimcilik en katı anlatımını 17. yüzyılın Yahudi düşünürü Spinoza'da bulur. Tanrı'da yetkin, sonsuz, tek zorunlu, basit, devinimsiz, ölümsüz, bağımsız olma niteliklerini gören Spinoza, kamutanrıcı (panteist) bir varlık kavrayışı geliştirerek ve böylece tektanrıcı yaygın dinlere temelde karşı çıkarak evrende kesin bir belirlenim düzeni bulunduğunu göstermek istemiştir. Ona göre ruhla beden arasında, anlatımını Tanrı'da bulan karşılıklı bir bağımlılık vardır. Böylece ruh ve beden denilen biçimler ya da nitelikler bizim dünyamıza özgü, ayrı ve bütünsel tözler olmakla birlikte tek bir tözün, Tanrısal tözün iki ayrı biçimi, iki ayrı açınımı olurlur. Böylece düşüncelerimiz, bedensel edimlerimiz ve toplumsal eylemlerimiz genel bir düzene, ölçülü biçili bir düzene tam olarak uyarlar. Bu yüzden yaşadığımız dünyada özgürlük diye bir şey yoktur: İnsan yasalarla kesin olarak belirlenmiş bir evrende yaşamakta, onun gereklerine uymaktadır. Bu kamutanrıcı ya da maddeci evren kavrayışı yüzünden Spinoza, Amsterdam sinagogunca aforoz edilmiş, ölümden kılpayı kurtulmuştur (1656). 17. yüzyılın bir başka düşünürü Leibniz, evreni bir belirlenimler düzeni olarak tanıtlarken bu düzenin yaratıcısı Tanrı'yı ve bu düzende Tanrı'dan sonra en üst basamakta yer alan insanı özgür sayar. Kendisinde her şeyin açık seçik olarak bulunduğu en etkin monad olan Tanrı, her şeyin hem örneği hem yaratıcısı olan, öncesel uyumun da kurucusu olan Tanrı, kendinde sonsuz sayıda evren olasılığı bulunan Tanrı, olası dünyaların en güzeli olan dünyamızı yaratırken, usun ilkelerine sahip olan ve böylece Tanrısallığın bilincine ulaşabilen özgür insanı da yaratmıştır. Leibniz'de evrenin belirlenmiş düzeni, insanın özgürlüğüyle karşıtlaşmaz. Kant felsefesi de temelde Spinoza ve Leibniz felsefeleri gibi bir belirlenimler felsefesidir. Kant, Spinoza gibi düşünmez, evreni bir belirlenimler alanı olarak görmekle birlikte, olası bir temele dayandırır. Evrende kesin bir belirlenim düzeni bulan düşünce, çok yerde insan ruhsallığını da belirlenimcilik çerçevesinde koşullanmış görme eğiliminde olmuştur. Buna göre insan ruhu, herhangi bir özgürlüğün söz konusu olabileceği bir alan değildir. Böyle bir anlayış tüm toplumsal yaşamı da bir belirlenimler alanı sayacaktır.