Diyalektik Nedir?
Yöntemli bir biçimde düşünme ve tartışma sanatı. Diyalektik sözcüğü Hegelci ve Marksist felsefelerin gelişiminden sonra sık kullanılır bir sözcük olmuştur. Bu sözcüğün çok uzun bir geçmişi, onun kadar da değişik anlamları vardır. Diyalektik sözcüğünün değişken anlamını belirginleştirmek için, onun Hegel öncesi gelişimini ayrıca ele almak gerekir. Hegel'e kadar uzanan eski diyalektik aşağı yukarı bir mantık sanatıydı. Buna göre diyalektik tartışmasız ya da inandırıcı söz sanatına ya da belagata karşıt olan tartışmalı söz sanatı olarak düşünülebilir. Diyalektikte gösterme ve çürütme sanatları yan yana, iç içedir. Bu da her şeyden önce karşımızdaki kişinin sözlerinde sakat ya da zayıf yanları bulup çıkarma ustalığını gerektirir. Eski Yunanistan'da felsefenin hızla kurulup geliştiği dönemde, yani Platon öncesi dönemde dört ayrı felsefi bakış açısı ortaya çıkmıştı: İyonyalı filozoflar varlığın temelini oluşturan ana maddeyi ya da ilk ilkeyi arıyorlardı. Elealı usçular akıp geçen şeylerin dünyasını yani duyulur dünyayı aşan değişmez temelin araştırıcılarıydılar. Değişmezi getirerek devinimi tehlikeye düşüren usçuluğu, duyulur dünyadaki akışı öne alan duyumcuların bakış açısıyla bağdaştıran atomcular değişmez küçük parçaların arasına boşluklar koyarak devinimi güvence altına aldılar. Sofistlerse bütün bu çözümler karşısında kısa yoldan güvensizliklerini bildirip değişmez doğrular aramanın boş olduğunu öne sürdüler. Usçu filozof Elealı Zenon, usçu Parmenides'in değişmez tek bir varlık kavrayışından çıkardığı savları sağlamlaştırmak için, buna göre devinim diye bir şeyin olmadığını göstermek için, birkaç kanıt ortaya koyarak diyalektiğin kurucusu oldu. Zenon'un eleştirisi şeylerin çokluğunu kabul eden usçu Pithagorasçılara yönelmişti ve mantık oyunlarına dayanarak saçmayla çürütme yöntemini kullanan bir eleştiriydi. Diyalektik düşünce Zenon'unkinden daha verimli bir biçimde İyonyalı Heraklitos'ta ortaya çıkar. Heraklitos tartışmalı karşıtlığı evrenin en temel özelliği, değişmez özelliği olarak belirliyor, değişkenliğin değişmezliğini göstermeye çalışıyordu. "Varız ve yokuz" diyen Heraklitos. Bir tartışma, bir gösterme ve çürütme sanatı olarak kurulan diyalektiği ayakta tutan da bu çekişmedir. "Her şey kavgayla yaratılmıştır" görüşü sonsuz karmaşayı bildiren bir görüş değildi elbette. Çünkü Heraklitos'ta, gene diyalektik bir biçimde uyumsuzluk uyumla dengeleniyordu. "Uyum karşıtlarla doğar" ya da "Karşıtlar birbirleriyle uyuşurlar" diyordu Heraklitos. Bir tartışma, bir gösterme ve çürütme sanatı olarak kurulan diyalektik, mantığı çıkar uğruna kullanan sofistlerde ve Sokratesçi okullar diye bilinen okullarda bir kurnazca inandırma sanatı olup çıktı. Sofistler Yunanistan'da siyasete atılmak isteyen zengin çocuklarının tüccarlaşmış öğretmenleriydiler. Her konudan anlamakla belirgin filozofluklarının temelinde "mutlak doğru yoktur" ilkesi yatıyordu. Ünlü sofist Protagoras "İnsan her şeyin ölçüsüdür" derken, bireye doğru görünen şey doğrudur, doğrunun başka bir ölçütü olamaz demek istiyordu. Bu da işine geldiği gibi konuş ilkesini getiriyordu zorunlu olarak. Onlar felsefeye karşı filozofluklarıyla, diyalektiği de doğruyu bulmak için tartışmak sanatı değil de, ne yapıp yapıp haklı görünmek sanatı durumuna getirdiler. Bundan sonra tüm felsefe tarihi boyunca sofist sözü hep kötü anlamda kullanıldı. "Sofist, amaçlarına ulaşmak için, ancak görünüşte değer taşıyan ve sofistlik denilen aldatıcı kanıtlara sistemli bir biçimde başvuran kişidir. Buna göre sofistlik doğruya ilgisiz kalan, kullananın çıkarlarına hizmet eden, savı da karşısavı ya da kanıtlamaya hazır olan bir diyalektiktir" (Paul Foulquié). Sofistler arasında sayılsa da diyalektiği olumlu yönde kullanan Sokrates, tartışmada her şeyden önce kavram açıklamasına önem veriyor, tanıtlamalara yöneliyor, tanımlamalara yükselmeye çalışıyordu, daha doğrusu bütün bunlar için karşısındakinin düşüncesini zorluyordu. Sokrates'in amacı öğretmek değil, buldurmaktı ya da doğurtmaktı. Böylece Sokrates doğrunun araştırılmasında en genel biçimiyle tümevarım yöntemini kullanıyordu. Sokrates'in izinden yürümeye özen göstermiş olan Platon için diyalektik bütün bir düşünce yöntemine karşılıktı. Platon'da diyalektiğin iki ayrı yüzü vardı: Birincisi Sokratesçi tartışma, ikincisi gizemci ve çileci temele dayalı metafizik yükseliş. Konunun Sokrates ile ilgili yanı kendiliğinden açıklığa kavuşuyor. Metafizik yanına gelince, onunla ilgili olarak "idea"lar öğretisini anımsamalıyız. Platon duyulur dünyayla düşünülür dünyayı kesin olarak birbirinden ayırıyor, düşünülür dünyayı değişmez olan asıl gerçekliklerin, "idea"lar alanı olarak belirlerken, duyulur dünyayı, değişen şeylerle ilgili gölgeler dünyası olarak görüyordu. Öyleyse gerçek şeylerin dünyasına onun kopyası olan bu dünyadan, bu dünya nesnelerinden kalkarak ulaşabilirdik. Bu bir anımsama olayıydı, çünkü zaten ulaşmayı öngördüğümüz bilgiler bizde var olan bilgilerdi, bu dünyaya gelmeden önce elde ettiğimiz, "idea"lar dünyasında elde ettiğimiz bilgilerdi. Diyalektik, Platon'da böylece zihni "idea"lar yükseltme yöntemini belirler. Aristoteles'te diyalektik özenle ikiye ayrılmış olan tüm bilgi alanının ikinci bölümünü ya da ikincil yanını karşılar. Bu diyalektik, olası öncüllerden yola çıkılarak ortaya konulan usavurmalarla ilgiliydi. Kesin bilgilerin, dolayısıyla birinci derecede önemli bilgilerin alanıysa, bir gösterme bilimi olan ayrıştırmanın alanıydı. Kısacası, Aristoteles'te diyalektik olumsuz bir anlam kazanmıştı. Diyalektik kavramına Aristoteles'ten sonraki eskiçağ düşünürleri büyük bir yenilik katmadılar. Orta Çağ da ona özel olarak katkıda bulunmadı. Descartes diyalektikten hemen hiç söz etmedi, ettiğinde de onu "kafa bozucu" bir düşünce biçimi olarak belirledi, insanı gerçeklerden uzaklaştıran bir düşünce biçimi olarak belirledi. Aynı horlayıcı tutuma Kant'ta da rastlarız. Kant, tüm "eleştiri"lerde diyalektiği ayrıştırmalı düşünceye karşıt olarak koydu. Onda doğrular mantığına karşıt olan bir görünüşler mantığı vardı, bu mantık, yanılsamalı usavurmaları içeriyordu. Bir görünüşler mantığı olarak diyalektiğin görevi zihinde görünüşle gerçeğin birbirine karışmasını önlemekti. Hegel'den sonra ya da çağımızda diyalektiğin anlamı değişmiştir. Hegel diyalektiğinde Heraklitos'un büyük etkisi olmak gerekir. Heraklitos daha o zaman diyalektiğin gerçeklikle ilgili bir durum olduğunu belirlemişti. Hegel'i anımsayalım: Hegel, tekçi ya da heptanrıcı bir anlayıştan yola çıkar. Kendinde salt belirsizlik olan Tanrı, doğada dışlaşarak kendini bilirler. Dünya ondan ötürü değil, onunla vardır. Dünyanın evrimi insan düşüncesinin ortaya çıkmasını sağlar. Düşüncenin ortaya çıkışıyla mutlak fikir önce öznel, sonra nesnel düzeyde kendi bilincine varır. Nesnel ruh, hukuku ve ahlâkı yaratarak "mutlak"a doğru ilerler. Bu ilerleyişin özünde diyalektik yatar. Kant, Wolff'e yönelttiği eleştiride mantıksal çelişkiyle gerçeklik çelişkisini birbirinden kesin olarak ayırmıştı. Hegel de bunları ayırır ama onları temeli aynı olan iki ayrı olgu olarak değerlendirir. Hegel de Heraklitos gibi, doğayı karşıt güçlerin çekişme ve uyuşma alanı olarak görür. Hemen hemen Heraklitos gibi o da kavgasızlığı dünyanın yıkımı gibi anlar. Hegel'e göre özdeşlik ölümün, çelişki canlılığın belirtisidir. Diyalektik süreç sav, karşısav, bileşim olmak üzere birbiri ardınca gelen üç ayrı evreyi içerir. Bileşim iki karşıt önermenin yoksanmadan aşılmasına dayanır. Sonra bileşim kendi karşısavını oluşturmaya yönelir ve bu böylece sürer. Marksist diyalektik, Marx'ın ve Engels'in sık sık yaptığı bir benzetmeyle, tepesi üstü duran Hegel diyalektiğinin ayakları yere bastırılmış biçimidir. Buna göre sav, karşısav, bileşim ilişkisi Marksist düşüncenin de temelidir. Marksizm'e göre, dünyayı fikirler yönetmez, çünkü fikirler iktisadî koşullara bağlı olarak gerçekleşirler. Düşüncenin temelinde madde vardır. Marksizm, bununla birlikte belirlenimci bakış açısından uzaktır. İnsan dünyasında birbirini etkileyen iki alan, üstyapı ve altyapı alanı belirir. Dünya yalnızca maddesel gelişimin fikri gelişimi belirlediği bir dünya değildir. Altyapı, üstyapı için tam anlamında belirleyici olsa da düşüncenin kurulu düzeni değiştirmekte, yaşamı dönüştürmekte etkili olduğu, üstyapının altyapıyı etkilediği de kesindir. Düşüncenin diyalektiği madde dünyasındaki diyalektiğin bir yansısıdır ancak. Burada eşyayı düşüncenin yansısı sayan Hegel felsefesiyle tam bir karşıtlık vardır. Marksist diyalektiğe göre maddedeki oluşum tam anlamında bir yenilik kaynağıdır. Oluşumun bazı anlarında bir sıçrama ya da bir devrim kendini gösterir, böylece bir nitelik değişimi ortaya çıkar. Niceliksel artışın, niteliksel değişimi getirmesidir bu.